8 Haziran 2012 Cuma

YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN

YÖRÜNGELER VE DÖNEN EVREN

Evrende yaklaşık 300 milyar galaksi vardır. Her galakside ortalama 300 milyar yıldız bulunur. Bu yıldızların pek çoğunun gezegenleri, bu gezegenlerin de uyduları vardır. Tüm gök cisimleri, çok ince hesaplarla saptanmış yörüngelere sahiptir. Milyonlarca yıldır hepsi de kendi yörüngelerinde diğer gök cisimleriyle birlikte kusursuz bir uyum içinde akıp gitmektedir. Bunların dışında pek çok kuyruklu yıldız da kendisi için belirlenmiş yörüngede yüzüp giderler. Allah Kuran’da Güneş ve Ay’dan bahsederken her birinin belli bir yörüngesi olduğunu şöyle bildirmiştir:
“Geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ay’ı yaratan O’dur; herbiri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” (Enbiya Suresi, 33)
Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli yörüngeler izliyor olmasıdır. Yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı bulundukları sistemle birlikte dönmekte, evren tıpkı bir fabrikanın dişlileri gibi ince bir düzen içinde çalışmaktadır.
Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerine ait değildir. Güneş Sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler. Bu hareketleri sırasında hiçbir gök cismi diğeriyle çarpışmaz, yolları kesişmez. Öyle ki bazı galaksilerin hiçbir parçası diğerininkine değmeden birbirlerinin içinden geçip gittikleri gözlemlenmiştir. Tüm evrenin bu şekilde yörüngelerle donatılmış olduğunu Allah Kuran’da şöyle bildirmiştir:
“Özen içinde yolar ve yörüngelerle donatılmış göğe andolsun.” (Zariyat Suresi, 7)
Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon kilometre uzakta bulunur. Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır. Örneğin Dünya yörüngesinde, normalden fazla veya eksik 3 milimetrelik bir sapmanın yol açabilecekleri, Bilim ve Teknik’in Temmuz 1983 sayısında şöyle tarif edilmektedir:
Dünya, Güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 18 milde doğru bir çizgiden ancak 2,8 milimetre ayrılır. Dünya’nın çizdiği bu yörünge kıl payı şaşmaz; çünkü yörüngeden 3 milimetrelik bir sapma bile büyük felaketler doğururdu: Sapma 2,8 yerine 2,5 milimetre olsaydı, yörünge çok geniş olurdu ve hepimiz donardık; sapma 3,1 milimetre olsaydı, hepimiz kavrularak ölürdük.
Gök cisimlerinin bir başka özelliği de, yörüngelerinin dışında bir de kendi etraflarında dönmeleridir. Kuran’daki “Dönüşlü olan göğe andolsun.” (Tarık Suresi, 11) ayeti ise tam da bu gerçeğe işaret eder. Elbette, Kuran’ın indirildiği dönemde insanlık, günümüzdeki gibi uzayı milyonlarca kilometre uzaklara dek gözlemleyecek teleskoplara, gelişmiş gözlem teknolojilerine, modern fizik ve astronomi bilgilerine sahip değildi. Dolayısıyla uzayın, ayette bildirildiği gibi, “özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış”(Zariyat Suresi, 7) olduğunu, o dönemde bilimsel olarak tespit edebilmek imkansızdı. Ancak o çağda indirilmiş olan Kuran-ı Kerim’de bu gerçek bizlere açıkça haber verilmiştir ve bu, Kuran’ın Allah sözü olduğunun delillerinden yalnızca bir tanesidir.

EVRENİN HESAPLANAMAYAN BÜYÜKLÜĞÜ

EVRENİN HESAPLANAMAYAN BÜYÜKLÜĞÜ

Amerikan bilim adamları, Dünyamızın da içinde bulunduğu Güneş Sistemine en uzak gezegeni buldular. İnternetteki space sitesindeki habere göre, Jüpiter büyüklüğündeki gezegen, Samanyolu Galaksisinden 5 bin ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızın etrafında, dar bir yörüngede dönüyor.
Gezegenin, yıldızın etrafını dönüş hızının 29 saat gibi kısa bir süre olduğunu belirten bilim adamları, yüzeyinin çok sıcak olduğunu ve binlerce dereceyi bulduğunu kaydettiler. Harvard Smithsonian Merkezi’ndeki astronomlar, gezegeni, etrafında döndüğü yıldızın yaydığı ışıktaki küçük değişimler sayesinde tespit ettiler. Astronomlar, gezegenin periyodik olarak 29 saatte bir yıldızın önüne geçtiğini ve yıldızın yaydığı ışığın bu sırada azalmış göründüğünü ortaya çıkardılar. Işıktaki değişimin ise, bir sivrisineğin 300 kilometre uzaklıktaki bir otomobil farının önünden geçmesine eşdeğer olduğunu açıkladılar. Astronomlar şimdiye kadar Güneş Sistemimizin dışındaki 100’den fazla gezegenin çoğunu da bu yöntemle saptadılar.
Yukarıdaki bilimsel gelişmenin bizlere işaret ettiği çok önemli bir nokta var. Evrenin muhteşem büyüklüğü!
Işığın saniyede yaklaşık 300.000 km gibi bir hıza sahip olduğu düşünülürse 5 bin ışık yılına karşılık gelen mesafenin büyüklüğünü kavramak insan için zor bir durumdur. Üstelik bu büyüklük, içinde bulunduğumuz Güneş Sistemimizin içinde, evrenin büyüklüğüne oranla oldukça dar bir aralıktır. Bu durumda evrenin büyüklüğü üzerinde düşündüğümüzde karşımıza çok daha muazzam boyutlar çıkacaktır.
Evrenin büyüklüğünü anlamak için bu incelemeye devam edelim…
Dünya gezegeni, bildiğimiz gibi Güneş Sisteminin bir parçasıdır. Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş’in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, bu sistemde Güneş’e en yakın üçüncü gezegendir.
Güneş’in çapı, Dünya’nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer çapı 12.200 km. olan Dünya’yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Ama asıl ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş’in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sisteminin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.
Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisine oranla oldukça küçük boyutlardadır. Çünkü Samanyolu Galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızların içinde Güneş’e en yakın olanı Alpha Centauri’dir. Eğer Alpha Centauri’yi az önce yaptığımız ölçeğe, yani Dünya’nın misket büyüklüğünde olduğu ve Güneş ile Dünya’nın arasının 280 metre tuttuğu ölçeğe yerleştirirsek, onu Güneş’in 78 bin kilometre uzağına koymamız gerekir!
Modeli biraz daha küçültelim. Dünya’yı gözle zor görülen bir toz zerresi kadar yapalım. O zaman Güneş ceviz büyüklüğünde olacak ve Dünya’ya üç metre mesafede yer alacaktır. Bu ölçek içinde Alpha Centauri’yi ise Güneş’ten 640 kilometre uzağa koymamız gerekir.
Samanyolu Galaksisi, işte aralarında bu denli devasa mesafeler bulunan 250 milyar yıldızı barındırır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.
Ancak ilginç olanı, Samanyolu Galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok “küçük” bir yer kapladığıdır. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar. Bu galaksilerin arasındaki boşluklar ise, Güneş ile Alpha Centauri arasındaki boşluğun milyonlarca katı kadardır. George Greenstein, bu şaşkınlık uyandıran büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle yazar:
“Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan “ben” olmazdım… Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.” (George Greenstein, The Symbiotic Universe. s. 21)
Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya’nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur. www.evrenmucizesi.com
Evrenin bu büyüklüğünü ve muhteşem düzenini kusursuz bir uyum içinde yoktan vareden alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Evrenin büyüklüğü ve sahip olduğu hassas dengeler, Allah’ın üstün yaratma sanatının apaçık delilleridir. Modern bilimin ulaştığı bu sonuç ise, Kuran’da bundan 14 yüzyıl önce haber verilmiş olan bir gerçeğin doğrulanmasından ibarettir.
“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.” (Araf Suresi, 54)
Bilimin kendisi, yaratılış gerçeğini ispatlamıştır. Artık sıra, bilim dünyasının bu gerçeği görüp, öğüt alıp-düşünmesindedir. Yıllardır Allah’ın varlığını inkar ya da göz ardı etmiş olan kimseler, özellikle de bunu sözde bilim adına yapanlar, çok derin bir yanılgı içinde olduklarını görmeli ve bu yoldan vazgeçmelidirler.
İçinde yaşadığımız evreni ve Dünya’yı bizim için kusursuz bir biçimde yaratan, sonra da bizleri var eden Allah’tır ve insanın bu gerçeği hayatının en önemli gerçeği olarak kabul etmesi gerekir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi Allah’tır. İnsanın da Allah’ı Rab edinmesi, yani O’na kulluk etmesi gerekir. Allah, bu gerçeği bizlere şöyle bildirmektedir:
” (Allah) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir; şu halde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun? ” (Meryem Suresi, 65)


EVRENDEKİ MATEMATİKSEL DÜZENİN HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ


EVRENDEKİ MATEMATİKSEL DÜZENİN HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ

Evrendeki milyarlarca gök cismi sürekli olarak hareket halinde bulunmasına rağmen, aralarında hiçbir çarpışmanın meydana gelmemesi, bize açıkça evrenin özel bir hesap ve bilgi üzerine yaratıldığını göstermektedir. Çünkü evrende meydana gelen her olay ve bu olayların sonuçları sadece gözlem yoluyla değil, aynı zamanda matematiksel ve fiziksel hesaplamalar neticesinde de anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla evrende matematik bilgisine göre şekillendirilmiş bir düzen söz konusudur ve bunun en önemli göstergesi de evrendeki geometrik düzendir. Geometrik bir şekil her nerede ortaya çıkarsa çıksın mutlaka belli ölçülere ve hesaplara dayanması gerektiğinden, bulunduğu yerde üstün bir bilginin ve düzenin varlığını gösterir. Gezegenlerin “küre” şeklinde olmaları, “elips” şeklindeki yörüngelerde hareket etmeleri ve milyarlarca yıldızı içinde barındıran galaksilerin “sarmal” ve “eliptik” şekilde olmaları ise evrendeki geometrik düzenin çarpıcı örneklerinden bazılarıdır.

Galaksilerde Görülen Eşit Açılı Sarmal Düzen
Evrende dikkat çeken geometrik şekillerden en önemlisi galaksilerde görülen “sarmal” düzendir. “Gökada” olarak da adlandırılan galaksilerin sarmal şekilleri, evrende gökbilimcilerin en fazla üzerinde çalıştıkları ve inceledikleri yapıların başında gelir. Evrendeki galaksilerin üçte ikisi sarmal şeklinde olduğundan, bu şekil evrende en sık rastlanılan galaksi biçimidir. Sarmal bir galaksi sürekli olarak kendi etrafında döner ve bu esnada kütle çekim ve merkezkaç kuvvetleri denge halindedir. Bu denge sayesinde galaksi kendi ekseni etrafında dönerken içinde bulunan milyarlarca yıldız uzaya savrulmaz, düzenli olarak bir arada durur. Galaksi, bir arabanın tekerleği gibi her tarafı eş zamanlı olarak dönmez. Merkezi kenarlarından daha hızlı dönmektedir. Bunun sonucunda da merkezden dışa doğru genişleyen sarmal bir şekil meydana getirir. Bu şekli inceleyen bilim adamları ise, galaksilerin içinde bu şekle bağlı olarak ortaya çıkan çok hassas matematiksel dengelerin meydana geldiğini tespit etmişlerdir.
Galaksilerdeki Altın Orana Benzer Yapılar
Yapılan incelemelerde galaksilerdeki sarmal kolların değişmez bir açısal hızla dönen yoğunluk dalgaları olduğu görülmüştür. Bu da galaksilerdeki sarmalların doğada görülen eşit açılı sarmallarla aynı geometrik temele sahip olduğunu göstermektedir. Örneğin yapılan astronomik araştırmalarda Güneş Sisteminin içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisinin eşit açılı sarmal şeklin geometrik özelliklerine sahip olduğu görülmüştür. ( J.P. Vallee, ‘The Milk Way’s Spiral Arms Traced By Magnetic Fields, Dust, Gas and Stars’, Journal of Astronomical Society, Volume; 454, s. 119-124) İşveçli astronom Carl-Gustov Danver da uzaydaki galaksilerin bu özel şekillerini incelemiş ve bunların logaritmik sarmal (eşit açılı) olduklarını belirtmiştir. (William Hoffer, ‘A Magic Ratio Recurs Throughout Art and Nature’, Orion, s. 36)
Sarmal Şekil Dengeyi Nasıl Sağlıyor?
Sarmal şeklindeki galaksilerin içinde bulunan fiziksel kuvvetler arasındaki denge şaşırtıcı niteliktedir. Bir galaksi, kütle çekim etkisiyle kütle merkezine doğru yoğunlaşarak gelişir. Merkez kütlesinin artışı buradaki kütle çekimini de artırdığından, galaksinin merkezi, merkezkaç kuvvet ve kütle çekimini dengeleyecek şekilde daha hızlı dönmeye başlayacaktır. Ayrıca merkezin daha hızlı dönmesi, kütlenin merkezde yoğunlaşmasını da engeller. Bu nedenle galaksideki tüm sistemin dengede kalabilmesi için, galaksinin, merkezindeki parçacıkları yavaşlatıp, kenardakileri hızlandırabilen özel bir mekanizmaya gereksinimi vardır. İşte bu mekanizma “eşit açılı sarmal şekil” tarafından oluşturulmaktadır. Çünkü eşit açılı sarmal kollar, böyle bir fonksiyon için oldukça uygun bir şekil oluşturmaktadır. (J.P. Vallee, ‘The Milk Way’s Spiral Arms Traced By Magnetic Fields, Dust, Gas and Stars’, Journal of Astronomical Society, Volume; 454, s. 119-124)
Allah Yoktan Var Edendir
Görüldüğü gibi pek çok galaksinin eşit açılı sarmal şeklinde oluşu aslında bu galaksilerin fiziksel açıdan dengede kalabilmesi için hayati bir öneme sahiptir. Bitkilerde ve deniz dibinde yaşayan canlıların kabuklarında altın orana bağlı olarak ortaya çıkan eşit açılı sarmalın uzayın derinliklerinde yer alan pek çok galakside de görülüyor olması hayret verici bir durumdur. Ayrıca galaksilerde görülen sarmal da tıpkı bitkilerde ve bazı hayvanların kabuklarında görülen sarmallar gibi, içinde bulunduğu yapının dengeli ve uyumlu olmasını sağladığından çok önemli bir fonksiyonu yerine getirmektedir.
Kuşkusuz evrenin var olduğu günden itibaren sahip olduğu bu düzenin ve dengenin hiçbir şekilde bozulmayışı Allah’ın sonsuz kudretinin delillerinden biridir. Her şeyi eksiksiz ve kusursuz olarak yaratma gücüne sahip olan Rabbimiz, altın oranı öylesine eşsiz ve fonksiyonel bir şekilde yaratmıştır ki, bu oran, içinde bulunduğu her sisteme ve biçime, insanda hayret uyandıracak derecede mükemmel bir estetik, biçimsel bir güzellik ve denge kazandırmaktadır. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir. “ (Araf Suresi, 54)

EVRENDEKİ MUCİZE DİNAMİK: HIZ

EVRENDEKİ MUCİZE DİNAMİK: HIZ

Dünyamız kendi etrafındaki dönüşünü biraz daha yavaş gerçekleştirseydi ya da vücudunuzdaki kan şu andakinden biraz daha yavaş bir şekilde damarlarınızda dolaşsaydı ne olurdu? Peki ya Güneş’ten gelen ışık yeryüzüne bu kadar yüksek bir hızla ulaşmasaydı? Belki bu konular hakkında hiç düşünmemiş olabilirsiniz, ancak tüm bu olayların en uygun hızla gerçekleşiyor olması, hayatımızı sürdürebilmemiz için vazgeçilmez bir unsurdur.
Bizler hiç farkında değilken hem kendi vücudumuzda hem de çevremizde hayatımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan işlemler, tam da olmaları gereken süratle gerçekleşirler. Bu hızı örneğin beyin hücrelerinin hızla birbirleriyle iletişim kurmalarında, gözden, kulaktan, burundan, dilden ve deriden gelen sinyallerin hızla elektrik sinyaline çevrilip sinir hücreleri aracılığıyla beyne ulaşmasında, bitkilerin fotosentez gibi son derece kompleks bir işlemi gerçekleştirmelerinde, bizden milyonlarca kilometre uzakta olan Güneş’in ışığının olağanüstü bir hızla bize ulaşmasında, sesin hızında ve daha pek çok olayda görebiliriz.

Bu işlemlerdeki olası bir saniyelik bir gecikme bile insanlara büyük zararlar verebilecekken böyle bir gecikme hiçbir zaman yaşanmaz. Tüm işlemler -Allah’ın izni ile- en uygun süratle, kusursuzca gerçekleşir. Bizler de bu sayede hayatımızı hiçbir aksaklık yaşamadan sürdürebiliriz.
EVRENDEKİ HIZ
Sürat Evrenin Yaratılışında Başlıyor: Atomdaki Hız
Yaşamdaki sürati öncelikle evrenin en küçük yapıtaşı olan atomda inceleyelim. Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin uzağındaki yörüngelerde dönen elektronlardan oluşmuştur. Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron ismi verilen başka parçacıklar vardır. Elektronların atom çekirdeği çevresindeki dönüşleri, yörünge adı verilen yollarda, çok büyük bir düzen içinde ve hiç durmaksızın gerçekleşir. Elektronlar çok çeşitli hızlara sahip olabilirler. En güçlü mikroskopların bile göremeyeceği kadar küçük bir alanda dönüp-duran onlarca elektron, çekirdeğin çevresinde farklı yörüngelerde dönerler ve saniyede 1000 km. gibi olağanüstü bir hıza sahiptirler. Bu sürat, bir saniye içinde İstanbul’dan Antalya’ya gidebilmek anlamına gelir. Ayrıca bu yüksek hıza rağmen elektronlar birbirleriyle çarpışmazlar.
Gezegenlerin Dönüş Hızı
Güneş Sistemi’nin yapısını incelediğimizde, her detayda çok hassas bir denge ve ince bir ayar ile karşılaşırız. Eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş’e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Bunun tersi de mümkün olabilirdi. Eğer gezegenler daha hızlı dönselerdi, bu sefer de Güneş’in çekim gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler uzaya savrulacaklardı.
Oysa çok hassas olan bu denge, her an her saniye kusursuz bir biçimde işlemektedir. Ayrıca söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş’e olan uzaklıkları da kütleleri de çok farklıdır. Bu nedenle, hepsinin ayrı birer dönüş hızı vardır.
Rabbimiz tüm yaşamsal faaliyetlerde muhteşem bir hız var etmiştir. Allah’ın dilemesiyle bir anda kesilebilecek olan bu sürat sayesinde tüm evren varlığını devam ettirir. Bir ayette Rabbimiz’in yarattığı tüm varlıklar üzerindeki sonsuz gücü şöyle bildirilmektedir:
“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar (yok olurlar) diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisi’nden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim’dir, bağışlayandır.” (Fatır Suresi, 41)
Dünya’nın Dönüş Hızı
Dünya sadece 24 saatlik bir süre içinde kendi etrafındaki dönüşünü tamamlar ve bu sayede geceler ve gündüzler kısa sürer. Kısa sürdükleri için de gece ile gündüz arasındaki ısı farkı çok azdır. Dünya’nın kendi etrafındaki yüksek dönüş hızı yeryüzündeki ısının dengeli dağılımına yardımcı olur. Böylece pek çok canlının yaşayabileceği ideal ısı ortamı oluşur. Eğer bu hız gereken seviyede olmasaydı, canlılar için yeryüzü yaşanması olanaksız bir yer haline gelecekti. www.kainattakiuyum.com
SONUÇ
Burada çok küçük bir bölümünü incelediğimiz, fakat tüm yaşamımızı kuşatmış olan bu son derece dengeli hız, Yüce Allah’ın insanlara rahmetinin delillerinden sadece biridir. Hem kendi vücudumuzda hem de evrenin her köşesinde yaşam için gerekli olayların olması gereken en uygun süratle gerçekleşmeleri, belki de hiç farkında olmadığımız bir nimettir. Meydana gelen her olayın hızının ihtiyaca uygun olarak son derece hassas bir şekilde ayarlanmış olması sayesinde yaşam mükemmel uyumuyla devam eder. Allah her şeyi yoktan var etmiştir ve her şeyi her an koruması altında tutmaktadır. Bu gerçek bir ayette şöyle bildirilir:
“Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde O’nun emriyle akıp giden gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Hac Suresi, 65)

ÇEKİM GÜCÜ VE YÖRÜNGESEL HAREKETLER

ÇEKİM GÜCÜ VE YÖRÜNGESEL HAREKETLER

Artık hayır; yemin ederim sinip dönen (gezegen)lere, bir akış içinde yerini alanlara; (Tekvir Suresi, 15-16)
Tekvir Suresi’nin 15. ayetinde geçen “hunnes” kelimesi, büzülüp sinen, gerileyen, geri dönen gibi anlamlara gelmektedir. 16. ayette “yerini alanlara” olarak çevrilmiş Arapça deyim ise “kunnes”tir. “Kanis” kelimesinin çoğulu olan “kunnes” ifadesi, belli güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası, yuvasına girip saklananlar anlamlarına gelir. Yine 16. ayette geçen “akış” kelimesi ise cereyan kökünden türeyen ve akıp giden anlamına gelen “cariye” kelimesidir. Bu kelimelerin anlamları dikkate alındığında, gezegenlerin çekim güçleri ve yörünge etrafındaki hareketlerine işaret edildiği düşünülebilir.
Yukarıdaki ayetlerde geçen bu kelimeler, çekim kuvvetlerinden kaynaklanan yörüngesel hareketleri tam olarak tarif etmektedir. Bunlardan “hunnes” kelimesi ile, gezegenlerin gerek kendi çekirdeklerine doğru, gerekse Güneş Sistemi’nin merkezi olan Güneş’e doğru çekimlerine dikkat çekilmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Çekim gücü evrende zaten var olan bir kuvvettir, ancak bu çekim gücünün matematiksel formüllerle ortaya konması, 17-18. yüzyıllarda yaşamış olan Isaac Newton tarafından mümkün olmuştur. Bir sonraki ayette geçen “cariye” kelimesi de bu çekime karşı koyan merkezkaç kuvvetinden kaynaklanan yörüngesel hareketleri vurgulamaktadır. Kuşkusuz akıp gidenler anlamına gelen “cariye” kelimesinin “hunnes” (merkeze doğru çekilme, büzülme, sinme) ve “kunnes” (güzergah, yuvaya girme, hareket halindeki cismin yuvası) kelimeleri ile kullanılması, 1400 sene evvel bilinmesi mümkün olmayan önemli bir bilimsel gerçeğe dikkat çekmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Ayrıca Kuran’da yemin edilen konulardan biri olan bu ayetler, konunun önemine dikkat çeken bir başka işarettir.

GÜNEŞ SİSTEMİ

GÜNEŞ SİSTEMİ

C:\Users\hseda\Desktop\gne_sistemi.jpg
Güneş Sistemi en az bir yıldız ve onun çekim alanı içinde dolaşan gök cisimlerinin (gezegenler, uyduları, astroidler, kuyruklu yıldızlar) oluşturduğu sistemlere güneş sistemi ya da gezegen sistemi denir. Özel ad olarak bu terim Dünya’nın da içinde bulunduğu, Güneş merkezli gezegen sistemi için kullanılır.
Güneş Sistemi’ndeki gezegenler
Uluslararası Astronomi Birliği’nin yayımladığı son karara göre,[1] Güneş Sistemi’nde sekiz gezegen vardır, bunlar Güneş’e en yakın gezegenden başlayarak sırasıyla (yukarıdaki resimde soldan sağa, ilk dördü kaya oluşumlu diğer dördü ise gaz devleridir) Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’dür. 1930′dan 2006 yılına kadar bilimsel olarak geçerli olan dokuz gezegen vardı, ancak 24 Ağustos 2006 tarihinde UAB tarafından Plüton’un statüsü, cüce gezegenliğe düşürülmüştür. Aynı karar gereğince, 2003 UB313 ve Ceres de cüce gezegen statüsündedir.

Güneş Sistemi’nin Yörüngesi
Güneş Sistemi, sarmal bir galaksi olan Samanyolu’nun bir parçasıdır. Samanyolu’nda yaklaşık 200 milyar yıldız olduğu tahmin edilmektedir; bunların arasında Güneş, Dünya’ya en yakın yıldız olması dışında, bir yıldızda bulunan ortalama özelliklere sahiptir.
Samanyolu’nun çapı yaklaşık 100 000 ışıkyılıdır. Güneş sisteminin Samanyolu’nun merkezinden 25-28 bin ışıkyılı kadar uzaklıkta olduğu sanılmaktadır.
Güneş sisteminin yörüngesi oldukça ilginç özelliklere sahiptir. Bu yörünge hem neredeyse çembersel, hem de sarmal kolların oluşumuna yol açan basınç dalgalarıyla aynı hızdadır. Bu nedenle Dünya’da yaşamın var olduğu dönemde, Güneş Sistemi sarmal kolların içinde değil aralarında kalmıştır. Sarmal kollarda sık sık meydana gelen süpernova patlamalarından gelecek ışıma, kuramsal olarak, bir gezegendeki yaşamı ortadan kaldırabilir. Bu yörüngesi sayesinde, Güneş Sistemi hayatın ortaya çıkması ve süregelmesi için uygun şartlara sahiptir.
Güneş sistemindeki gezegenler her zaman aynı yörünge üzerinde aynı zaman içerisinde hareket ederler. Bunu bulan ilk kişi Kepler’dir. Bu yasaya sonradan Bode yasası adı verilmiştir.
Kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCne%C5%9F_sistemi

GÜNEŞ VE YOK OLMASINI ENGELLEYEN MUCİZE

GÜNEŞ VE YOK OLMASINI ENGELLEYEN MUCİZE

Güneşin Gidiş İstikameti
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (A’raf Suresi, 54)
Kuran’da Güneş ve Ay’dan bahsedilirken her birinin belli bir yörüngesi olduğu vurgulanır:
“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratan O’dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” (Enbiya Suresi, 33)
Yukarıdaki ayette geçen “yüzme” kelimesi Arapçada “sabaha” olarak ifade edilir ve Güneş’in uzaydaki hareketini anlatmak üzere kullanılmaktadır. Bu kelime Güneş’in uzayda hareket ederken kontrolsüz olmadığı, ekseni üzerinde döndüğü ve dönerken bir rota izlediği manasındadır. Güneş’in sabit olmadığı belli bir yörüngede yol almakta olduğu, bir başka ayette de şöyle bildirilmektedir:
Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan, bilenin takdiridir. (Yasin Suresi, 38)

Kuran’da bildirilen bu gerçekler, ancak çağımızdaki astronomik gözlemlerle anlaşılmıştır. Astronomi uzmanlarının hesaplarına göre Güneş, Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı doğrultusunda saatte 720.000 km’lik muazzam bir hızla hareket etmektedir. Bu, kabaca bir hesapla, Güneş’in günde 17 milyon 280 bin km yol katettiğini gösterir. Güneş’le birlikte onun çekim sistemi içindeki tüm gezegenler ve uyduları da aynı mesafeyi katederler.
Güneş’in Yok Olmasını Engelleyen Mucize
Dev bir nükleer reaktör olan Güneş’in içindeki reaksiyonlarda büyük bir enerji açığa çıkmaktadır. İnsan hayatının devamı için temel kaynak olan Güneş’te meydana gelen bu reaksiyonlarda oluşabilecek en ufak bir sapma Güneş’in sönmesine ya da birkaç saniye içinde havaya uçmasına neden olacaktır. Böyle bir tehlikenin meydana gelmemesi Güneş’teki bu işlemlerin mucizevi bir hassasiyetle tasarlanmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Güneş’i ve Güneş Sistemi’nin yapısını incelediğimizde, büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş’in “çekim gücü” ile gezegenin “merkez-kaç kuvveti” arasındaki dengede saklıdır. Güneş büyük çekim gücü ile tüm gezegenleri çeker, gezegenlerin dönmesinden kaynaklanan merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimin etkisi azalır ve muhteşem bir denge oluşur. Eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş’e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Ama bunların hiçbiri olmaz ve tüm gezegenler kendi yörüngelerinde yol alırlar. Çünkü Allah’ın ayette bildirdiği gibi, “Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.”(Yasin suresi, 40)
Güneş, dev bir nükleer reaktördür. Güneş’in içinde sürekli olarak hidrojen atomları helyuma dönüştürülür ve bu işlemler neticesinde ısı ve ışık açığa çıkar. Güneş’teki bu nükleer reaksiyon, insan hayatı için zorunludur. Dünya’ya ulaşan ısı ve ışığın açığa çıkması içinse dört hidrojenin birleşip bir hidrojene dönüşmesi gerekir.
Çekirdeğinde sadece tek bir proton yer alan hidrojen, evrendeki en basit elementtir. Helyumun çekirdeğinde ise iki proton ve iki nötron bulunur. Güneş’te gerçekleşen işlem, dört hidrojenin birleşmesiyle bir helyum elementinin oluşmasıdır. Bu işlem sırasında çok büyük bir enerji açığa çıkar. Dünya’ya gelen ısı ve ışık enerjisinin neredeyse tamamı, Güneş’in içindeki bu nükleer reaksiyonla oluşmaktadır. (Harun Yahya, Evrenin Yaratılışı)
Ancak, dört hidrojen atomunun biraraya gelip bir anda helyuma dönüşmesi mümkün değildir. Bunun için, iki aşamalı bir işlem gerçekleşir. Önce iki hidrojen birleşir ve bir proton ve bir nötrona sahip bir “ara formül” meydana gelir. Bu ara formüle “dötron” adı verilir. Sonra da iki dötronun birleşmesiyle bir helyum çekirdeği oluşur.
En Güçlü Nükleer Kuvvet
Şimdi asıl soruyu sorabiliriz. Peki, iki ayrı atom çekirdeğini birbirine yapıştıran kuvvet nedir? Bu kuvvete “güçlü nükleer kuvvet” denir. Güçlü nükleer kuvvet, evrendeki en büyük nükleer kuvvettir. Bu kuvvet yerçekiminden milyar kere milyar kere milyar kere milyar kat daha güçlüdür. Bu güç sayesinde iki hidrojen çekirdeği birbirine yapışabilmektedir.
Ancak araştırmalar göstermiştir ki, güçlü nükleer kuvvet, bu işi yapmak için tam gereken miktardadır. Güçlü nükleer kuvvet eğer şu anda sahip olduğu değerinden biraz bile daha zayıf olsaydı, iki hidrojen çekirdeği birleşemezdi. Yan yana gelen iki proton, hemen birbirlerini iter, böylece Güneş’teki nükleer reaksiyon başlamadan biterdi. Yani Güneş hiç var olmazdı. Ünlü bilimadamı George Greenstein, bu gerçeği “eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman Dünya’nın ışığı hiçbir zaman yanmayacaktı” diye açıklar.
Güneş’teki Dengeli Reaksiyon
Peki acaba güçlü nükleer kuvvet birazcık daha güçlü olsa ne olurdu? O zaman da bir proton ve bir nötrondan oluşan dötron değil, iki protonlu di-proton meydana gelirdi. Ve bu durumda Güneş’in yakıtı aniden çok çok etkili bir yakıt haline gelirdi. Bu öyle bir yakıt olurdu ki, Güneş ve ona benzer diğer tüm yıldızlar, birkaç saniye içinde havaya uçardı. Güneş’in havaya uçması ise, birkaç dakika sonra tüm Dünya’yı ve üzerindeki tüm canlıları alevlere boğar birkaç saniye içinde kömür haline gelirdi. Ama yüce Yaratıcımız olan Allah’ın rahmeti sayesinde güçlü nükleer kuvvetin gücü, tam olması gereken düzeydedir ve Güneş dengeli bir reaksiyon gerçekleştirir yani “yavaş yavaş” yanar.
Tüm bunlar, güçlü nükleer kuvvetin gücünün, tam insan yaşamına imkan verecek biçimde ayarlanmış olduğunu göstermektedir. Eğer bu ayarlamada bir sapma olsaydı, Güneş gibi yıldızlar ya hiç var olmazlar, ya da oluştukları andan çok kısa bir süre sonra korkunç birer patlamayla yok olurlardı. Allah, Güneş’i insanın yaşamı için özel bir şekilde yaratmıştır ve bunu Kuran’daki “Güneş ve Ay, belli bir hesap iledir” (Rahman Suresi, 5) ifadesiyle bizlere bildirmiştir.
Tüm evreni yoktan var edip, sonra da onu dilediği biçimde tasarlayıp düzenleyen tek güç alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Allah, gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratmış sonra da ona belli bir düzen vermiştir. Evrendeki cisimlerin mucizevi dengeler sayesinde kararlı bir şekilde durmaları, Allah’ın yaratışındaki kusursuzluğu gösteren delillerden biridir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi, “Göğün ve yerin O’nun emriyle durması da, O’nun ayetlerindendir”. (Rum Suresi, 25)

AY’IN YÖRÜNGESİ

AY’IN YÖRÜNGESİ

Ay’a da bir takım evrelerle ölçü biçtik. Nitekim o eski ve eğri hurma dalı gibi döner. Yasin Suresi 39
Ay, Güneş sisteminin diğer uydularıyla karşılaştırıldığında çok büyük bir uydudur. Ay’ın oluşumuyla ilgili farklı teoriler vardır. En yaygın teoriye göre Dünya’mız ile bir gökcismi çarpışmış, bu çarpışmanın etkisiyle Dünya’nın kabuğundan büyük bir parça kopmuş ve sonra bu parça Ay’a dönüşmüştür. Kesin olmasa da son zamanlarda Amerikan sonda aracı “Lunar Prospector” dan gelen bilgiler bu teoriyi desteklemektedir. Ay’ın küçük çekirdeği Dünya’nın dış kabuğuyla büyük benzerlik göstermektedir.
Kuran, Ay’a ve Ay’ın hareketlerine birçok ayetinde dikkat çekmiştir. Modern bilimin sağladığı verilerle Ay’ın varlığının Dünya’daki yaşam için ne kadar önemli olduğu anlaşılmıştır. Ay, bir uyduya göre oldukça büyük hacmi ve ayarlanmış uzaklığıyla Dünya’mızın dönme merkezini sabitleştirmektedir. Bu da gezegenimizin yaşam için elverişli iklim koşullarını milyarlarca yıldır korumasını sağlamaktadır. Bazı bilim adamları, Ay’ın çekim gücü sayesinde Dünya’nın merkez çekirdeğinin sıvı konumunu koruduğunu söylemektedirler. Bu da gezegenimizin manyetik alanını güvence altına almaktadır. Eğer bu manyetik alan olmasaydı kozmik radyasyonlar Dünya’ya doğrudan ulaşacaklardı. Bu da yeryüzünde yaşamı yok edecekti. Yine Ay olmasaydı Dünya’nın kendi çevresinde 10 saat içinde döneceği tahmin edilmektedir. Bu ise gece ve gündüzün tamamen değişmesi, yeryüzündeki yaşamın ciddi bir darbe yemesi demektir. Ay okyanusları kendisine çekerek, Dünya’nın dönüş hızını yavaşlatmış ve bugünkü şekline getirmiştir.
http://www.mucizeler.com/bolumler/images/15_1.jpg
AY VE MATEMATİK
Tüm bu oluşumlar Ay’ın kütlesinden dönüş hızına kadar ince matematiksel hesapların yapılması, Allah’ın yaratışlarını bu matematiksel hesaplarla gerçekleştirmesi sayesindedir. Nitekim Allah, Evren’de kullandığı matematiğe “kader” kelimesiyle dikkat çekmiştir. Kader kelimesinin din adına uydurulanların etkisiyle yanlış yorumlanmasına burada değinmek istemiyoruz. “Kader” kelimesi Arapça’da ölçüyü, ölçü konulmasını, yani matematiksel düzenlemeyi ifade eder. “Kader” kelimesi Türkçemizde bu anlamın dışında kullanılsa da “Kader” kelimesinden türeyen “miktar” kelimesi dilimizde “ölçü” anlamında kullanılmaktadır. Bu bölümde incelediğimiz Yasin suresinin 35. ayetinde de Allah’ın matematiksel düzenlemesi “kader” kelimesiyle ifade edilmiştir. Ay’ın Dünya’ya uzaklığından, kütlesinden, dönüş hızına, Dünya ile karşılıklı çekimlerinden, Güneş’e karşı konumu ve çekimlerine kadar her şey matematiksel olarak ince bir şekilde hesaplanmıştır.(Kaderi belirlenmiştir.) Bu hesaplardaki ufak bir oynama bile yeryüzündeki yaşamın yok olmasına sebep olurdu. Ay ile ilgili verdiğimiz örneklerde de Allah’ın planlı yaratışının, matematiksel düzenlemelerinin örneklerini görüyoruz. Ay, yalnızca romantik gecelerin aktörü, şairlerin ilham kaynağı değil, yeryüzü yaşamının olmazsa olmaz dostu ve şartıdır da.
Ay, Dünya’nın çevresinde çok sayıda kuvvetlerin birbirini dengelemesi ile dolanır. Dünya’nın, Güneş’in çekimleri kadar, diğer gezegenlerin çekimleri de burada etkili olmaktadır. Ay’ın hareket denklemindeki ölçü yüzlerce ayrı parametre arasından ayarlanmıştır. Dünya’daki yaşam için ise binlerce gerekli parametrenin art arda gelmesi şarttır. Ay, bu parametrelerden sadece biridir. İşte Allah öyle bir sistem yaratmıştır ki Dünya’da yaşamın var olması için gerekli unsurlardan sadece biri olan Ay’ın, Dünya’daki yaşamı sağlayacak şekilde varlığı ve yörüngesinde dolaşımı yüzlerce parametreye büyük bir matematiksel incelikle bağlıdır. Bunun sonucundaki oluşum ise yaşamamız için gerekli binlerce unsurdan sadece biridir.
AY’IN DÜNYA ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Dünya’nın uydusu Ay, büyük hacmi sayesinde yeryüzünün dönme merkezini sabitleyerek, yaşam için elverişli iklim koşullarının korunmasını sağlar. Dünya’nın çekirdeğindeki sıvı halin korunmasında da Ay’ın çekim gücü etkilidir. Bu durum Dünyanın manyetik alanını sabit tutar. Bu manyetik alan sayesinde yeryüzü kozmik radyasyondan direkt olarak etkilenmez.
Ay, okyanusları kendisine doğru çekerek Dünya’nın dönüş hızını yavaşlatır. Bununla birlikte, Ay her yüzyıl, günleri saniyenin binde 1,1’i kadar süre uzatmaya devam etmektedir.
Ay Olmasaydı;
Dünya’nın kendi ekseni etrafındaki dönüş süresi 10 saat olacak, günler kısalacaktı.
Dünya, iklim koşullarından ötürü şiddetli fırtınaların ve kasırgaların hiç kesilmediği bir gezegen olurdu.
Atmosfer bugünkü gibi olmazdı. Daha kalın bir atmosfere sahip olurduk.
Gel-git olayları %70 oranında azalırdı. Ay ışığında etkinliğini sürdüren canlılar gelişmezdi. Bilindiği gibi, bazı canlı türleri üreme için Ay’ın evrelerini izlemektedirler.
Mevsimler olmazdı.
Gel-gitler olamayacağı için Dünya’da yaşam oluşmazdı. Dünya sadece Güneş’in varlığı ile oluşan mevsimler, rüzgarlar ve yağmurların var olduğu boş bir gezegen olurdu.
Bütün bunlar, Yüce Allah’ın, Ay’ı insan yaşamına elverişli koşulların yeryüzünde var olması için özel olarak yarattığını göstermektedir. Bunun yanı sıra Güneş Sistemi’ndeki tüm gezegen yörüngeleri elips iken, Ay’ın Dünya çevresindeki yörüngesinin mükemmele yakın bir daire olması, Dünya’nın dönüşü ile tam olarak aynı şekilde kendi etrafında dönmesi (ki bu yüzden Ay’ın hep bir yüzünü görürüz) gibi detaylar da Ay’ın özel yaratılışına işaret etmektedir. Yüce Allah, Güneş’i de Ay’ı da insanların hizmetine verdiğini ve bunların her birinin Rabbimiz’in sayısız nimetlerinden olduğunu Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Güneş’i ve Ay’ı hareketlerinde sürekli emrinize amade kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır. Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah’ın nimetini saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz. Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür. (İbrahim Suresi, 33-34)
“…Güneş’i ve Ay’ı sizin emrinize verdi.” (Nahl Suresi, 12)
AYIN YÖRÜNGESİ (EĞRİ, ESKİ HURMA DALI)
Ay’ın yörüngesi, diğer gezegenlerin uyduları gibi düzgün bir yörüngede ilerlemez. Ay, kendi yörüngesinde seyrederken Dünya’nın, bazen önüne bazen arkasına geçer. Aynı zamanda Dünya’yla birlikte Güneş’in etrafında da döndüğünden, uzayda sürekli “S” harfi benzeri bir yörünge çizer. Ay’ın uzaydaki bu yörüngesinin şekli, Kuran’da “… eski bir hurma dalı gibi döndü (döner)” (Yasin Suresi, 39) ifadesiyle tarif edildiği gibi, kurumuş hurma ağacı dalının eğriliğine oldukça benzemektedir.
Ay, Dünya etrafındaki eliptik dolanımını 27 gün, 7 saat, 43 dakika, 11 saniyede tamamlar. (Kamer) kelimesinin Kuran’da 27 kez geçmesi ise Kuran’ın ayrı bir mucizesidir. Ay, Dünya etrafında kıvrılan, sarılan bir yörüngede hareket eder. Dünya’nın Güneş etrafındaki dolaşımı gerçekleşirken Ay da Dünya’nın etrafında bazen önünde, bazen arkasında olmak üzere sarmal bir yol izler. Böylece Ay, Dünya’nın yörüngesi boyunca kıvrım kıvrım dönerek yol alan bir yörüngeye sahip olur. Tıpkı kıvrılan ve bükülen bir dal gibi. Bu bölümde incelediğimiz ayette, Ay’ın yörüngesine “urcun” kelimesiyle işaret edilir. “Urcun”, “hurmanın eğri, salkım dalı”nı ifade eder. Ayette bu eğri salkım dalı, “eski” ifadesiyle de tasvir edilmiştir ki hurma çöpünün eskisi daha ince ve daha eğri olmaktadır. Bu çok hoş, çok güzel ve hikmetli bir benzetmedir. Bu benzetmeyle Ay’ın evrelerindeki ilk ve son şekliyle beraber, Ay’ın Dünya etrafında katettiği yörüngenin şekline de işaret vardır. Ayetin matematiksel ölçülendirmeye dikkat çekmesi kadar, eğri ve eski hurma dalıyla yaptığı benzetme de mucizevi niteliktedir ve o dönemin bilgi seviyesiyle ne Ay’ın yörüngesindeki matematiksel inceliklerin, ne de Ay’ın Dünya’nın etrafında dolanırken çizdiği yörüngenin şeklinin bilinmesi mümkündür.
http://www.mucizeler.com/bolumler/images/15_2.jpg
Ay Dünya’nın yörüngesi boyunca kıvrım kıvrım dönerek yol alan bir yörüngeye sahiptir. Bu yörünge aynen hurma dalı şekline sahiptir. Resimde Ay’ın Uzay’daki yörüngesi görülüyor.
AY’IN GÜNEŞ’E BAĞIMLI OLMASI
1. Ve Güneş, ve onun parıltısı
2. Ve uyup onu izlediğinde Ay’a
91 Şems Suresi 12
Kuran, “eğri, eski hurma dalı” benzetmesiyle Ay’ın Evren’deki yörüngesini mükemmel bir şekilde açıklamıştır. Yukarıda alıntıladığımız ayette ise Ay’ın Güneş ile ilişkisi açıklanır. Ayette kullanılan “fela” kelimesini “Uyup izlemek” diye çevirdik. Bu kelime bağımlı olmayı, birine uyup ardınca gitmeyi ifade etmektedir. Gerçekten de Ay uydusu olduğu Dünya ile beraber Güneş’in etrafında döner ve Evren’in içinde Güneş nereye doğru hareket ediyorsa Ay ve Dünya da oraya doğru hareket eder. Hareket edip, ilerleyen bir Güneş’in etrafında Ay ve Dünya döner. Yani Ay ve Dünyamız tamamen Güneş’in hareketine bağımlıdırlar. Güneş’in ardı sıra hareket ederek Evren’de konum değiştirirler.
Ay’ın içinde bulunduğu sistemin hareket merkezi Güneş’tir. Ay’ın Güneş’e tabi olup onu izlediğinin söylenmesi de Kuran’ın sayısız mucizelerinden biridir. Her mucizede hayranlık hissimiz daha da artmaktadır…

DOKUNMUŞ GÖKYÜZÜ

DOKUNMUŞ GÖKYÜZÜ


Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış’ göğe andolsun; (Zariyat Suresi,7)
Yukarıdaki ayette geçen ve Türkçeye “donatılmış” olarak çevrilen “elhubuk”kelimesi “habeke” fiilinden türemiştir. Bu fiil ise “bir şeyi iyi ve sıkı dokumak; örmek; sıkı sıkıya bağlamak, iyice düğümlemek; tertip etmek” anlamlarına gelmektedir. Zariyat Suresi’nin 7. ayetinde kullanılan “elhubuk” kelimesinin bu anlamları düşünüldüğünde, gökyüzünün dokunmuş ya da örülmüş bir kumaş gibi olduğu anlaşılmaktadır. Ayette bu kelimenin kullanılması son derece hikmetlidir ve günümüzdeki bilimsel izahları iki yönden tasdik etmektedir.
Birinci yönü şöyledir: Evrendeki yörünge ve yollar, öylesine yoğun ve birbiri içine geçmiştir ki, adeta bir kumaş örgüsündeki gibi birbirleri ile kesişen hatlar oluşturmaktadır. İçinde yaşadığımız Güneş Sistemi, Güneş, gezegenler, onların uyduları, meteorlar ve kuyruklu yıldız gibi sürekli hareket halindeki gökcisimlerinden oluşur. Güneş Sistemi de 400 milyar yıldız içeren Samanyolu Galaksisi içinde bir yol izler. Uzayda ise milyarlarca galaksi olduğu tahmin edilmektedir. Binlerce kilometrelik hızla dönen gökcisimleri, sistemler, birbiriyle çarpışmadan, uzayda birbirini kesen yollar izlerler.
Yıldızların konumlarını ve gezegenlerin hareketlerini tam olarak haritalandırma amacıyla ortaya çıkan astrometri (gökölçüm) bilimi, yine gök cisimlerinin hareketlerini inceleyen gök mekaniği bu karmaşık yörüngesel hareketleri tespit etmek için ortaya çıkmıştır. Eski zamanlarda gökbilimciler, yörüngelerin sadece dairesel olarak hareket ettiklerini varsaymışlardır. Oysa günümüzde gökcisimlerinin dairesel, eliptik, parabolik ve hiperbolik gibi çeşitli matematiksel düzenlerde yörüngeleri olduğu bilinmektedir. Pittsburgh Üniversitesi’nden Dr. Carlo Rovelli bu konuyla ilgili olarak, “içinde yaşadığımız uzay inanılmaz derecede karmaşık dokunmuş bir ağ” şeklinde demektedir.
İkinci bir yön olarak, Kuran’da gökyüzünün “dokunmuş, örülmüş” anlamına gelen bir kelimeyle tarif edilmesi, fizikteki “Sicim Teorisi”ne (String Theory) işaret ediyor olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu teoriye göre evreni oluşturan en temel bileşenler, nokta gibi parçacıklar değil; titreşen minyatür keman tellerine benzeyen ipliklerdir. Tek boyutlu, çok küçük, birbirinin aynısı, halkalar şeklinde dalgalanan bu iplikçiklerin, ilmik görünümünde oldukları kabul edilmektedir. Kemanın tellerinin farklı titreşimlerinden farklı sesler çıkması gibi, evrendeki tüm çeşitliliğin kaynağında, bu sicimlerin farklı ayarlardaki titreşimleri olduğu varsayılmaktadır.
Einstein’ın genel rölativitesi, quantum mekaniği gibi teorileri tutarlı halde birleştiren tek teori olarak, “Sicim Teorisi”nde sicimlerin büyüklüğünü görmek mümkün olmasa da, matematiksel olarak hesaplanabilmektedir. Bilim adamlarının, uzay-zamanın dokunduğu malzeme olarak kabul ettikleri bu sicimler, 1.6×10-35 m(0.000000000000000000000000000000000016 metre)’dir.4 Plank uzunluğu denilen bu ölçü, bilinen en kısa uzunluktur ve atomun çekirdeğini oluşturan protonların 10-20 katı kadardır. Eğer bir atom, Güneş Sistemi’nin boyutu kadar büyütülseydi, bu sicimlerden her biri bir ağaç büyüklüğünde olurdu. Bir atomun, çıplak gözle görülen en küçük şeyden 100.000 kat daha küçük olduğu düşünülürse, söz konusu uzunluğun küçüklüğü daha iyi anlaşılabilir.
Pensilvanya Üniversitesi’nden fizik profesörü Abhay Ashtekar ve Varşova Üniversitesi’nden fizik profesörü Jerzy Lewandowski “Space and Time Beyond Einstein” (Einstein’ın Ötesinde Uzay ve Zaman) başlıklı makalelerinde, uzayın dokunmuş görüntüsünü şu ifadelerle yorumlamaktadırlar:
Bu teorisinde Einstein yerçekimi alanını, uzay ve zaman kumaşının içine dokudu… Hepimizin alışmış olduğu süreklilik yalnız bir tahmin. Elverişli olması için 2 boyutlu bir sürekliliği temsil ediyor; fakat gerçekte 1 boyutlu ipliklerle örülüyor. Aynısı uzay-zaman kumaşı için de geçerli. Bunun tek nedeni bu kumaşı dokuyan ‘kuantum iplikçiklerinin’ evrenin bizim yaşadığımız bölgesinde son derece sıkı dokunmuş olması ve bizim bunu bir süreklilik olarak algılamamız. İplikçiklerden her birinin ya da polimer hareketliliğinin, bir yüzeyle kesişmesi durumunda, yaklaşık 10-66 cm2 boyutlarında ‘Plank kuantum’ alanı oluşuyor. Bu da 100 cm2′lik bir alanda buna benzer yaklaşık 1068 kesişmenin gerçekleştiğini gösteriyor. Sayı bu kadar yüksek olduğu için bu kesişmeler birbirlerine çok yakınlar ve biz de bunları bir süreklilik olarak görüp yanılıyoruz.
New York Times gazetesinde “Evren Nasıl İnşa Edildi?” sorusuna cevap arayan bir makalede de şu satırlar yer almaktadır:
Protonları, nötronları ve diğer parçacıkları meydana getiren minik kuarklar bile, Plank ölçeğinde var olabilecek engebeleri hissedemeyecek kadar büyük. Fakat yine de kısa süre önce fizikçiler, kuarklarla birlikte var olan herşeyin daha küçük nesnelerden meydana geldiklerini öne sürmüşlerdi. Bunlar 10 farklı boyutta titreşen süper-sicimlerdir. Plank ölçeğinde uzay-zamanın dokusu, Mısır’ın en nadide pamuklu kumaşının büyüteç altında çözgülerinin ve örgülerinin sergilenmesi gibi aşikar olacaktır.
Teorik fizikçi Lee Smolin, Three Roads to Quantum Gravity (Kuantum Çekimine Üç Yol) adlı kitabında “How to Weave A String?” (İplik Nasıl Dokunur?) adlı bir bölüme yer vermekte ve konu ile ilgili şunları ifade etmektedir:
… uzay ilmikler ağı şeklinde ‘dokunmuş’ olabilir… Tıpkı bir kumaş parçasının iplikler ağı halinde ‘dokunmuş’ olması gibi.
Kozmolog ve astrofizikçi Prof. Martin Rees’in Our Cosmic Habitat (Kozmik Yurdumuz) adlı kitabında ise şöyle belirtmektedir:
Günümüzdeki kavramlarla uzay boşluğu çok sadedir… Fakat daha küçük bir ölçekte incelendiğinde birbirine dolaşmış sicimler halinde olabilir.
Allah’ın Zariyat Suresi’nin 7. ayetinde evrenin bir kumaş gibi dokunmuş, yörüngeler-yollarla örülmüş olduğunu bildirmesi, Kuran’ın bilimle olağanüstü uyumunu göstermektedir. Daha pek çok örnekte gördüğümüz gibi, 14 asır önce Kuran’da bildirilen tüm bilgilerin, günümüzde bilimsel verilerle tasdik edilmesi son derece düşündürücüdür. Kuran’ın bilimsel gelişmelerle olan bu mükemmel uyumu, herşeyi yaratan ve her şeyi en iyi bilen Rabbimiz’in sözü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bir ayette Allah şöyle buyurmaktadır:
Onlar hala Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)

ELEKTRONLARIN YÖRÜNGELERİ

ELEKTRONLARIN YÖRÜNGELERİ


Atom, bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan oluşur. Çekirdek, artı yüklü protonların ve yüksüz nötronların birbirine sıkıca yapışmalarıyla meydana gelir. Elektronlar ise, hem dışarıdan etki eden hem de çekirdeğin çekim gücü altında muazzam bir hızla dönüp duran eksi yüklü ve müthiş yoğunlukta parçacıklardır.
Elektronlar tıpkı Dünya’nın Güneş çevresinde dönerken, aynı zamanda kendi çevresinde dönmesi gibi, atom çekirdeğinin çevresinde dönerler. Aynı, gezegenlerde olduğu gibi bu dönüş, bizim yörünge adını verdiğimiz yollarda, çok büyük bir düzen içinde ve hiç durmaksızın gerçekleşir. www.atommucizesi.com
Elektronların sahip oldukları enerji ile son derece kusursuz bir denge meydana gelir. Örneğin, uzun bir çubuğun ucunda geniş bir tabağı sabit tutmanız normal şartlarda imkansızdır. Ama eğer tabağı belli bir hızda döndürürseniz, tabak çubuğun ucunda durur. Tabak hızını kaybettiğinde ise, kaçınılmaz olarak düşüp kırılacaktır. Böyle bir denge için gerekli olan tek şey ise, uygun düzeyde enerjidir. İşte evrende hakim olan denge, bu güçlü enerjinin bir sonucudur. Gezegenleri Güneş’in, elektronları ise atom çekirdeğinin çevresinde tutan gücün kaynağı bu enerjidir. Bu enerji seviyesi, o kadar hassas bir orandadır ki, saniyede 1000 km gibi olağanüstü bir hızla dönen elektronlar, hiçbir zaman çekirdeğin çevresinden savrulup gitmez veya çekirdeğe yapışmazlar.
Bir çekirdek etrafında toplam 7 yörünge bulunur. Atomlar, sahip oldukları elektronların sayısına göre nitelik kazanırlar ve bu elektronların tümü sahip oldukları enerji düzeyine göre çekirdek çevresindeki farklı yörüngelerde döner. Bu aslında, oldukça hayret verici bir durumdur. Normal şartlarda evrende yörüngeleri belirleyen etkenler; gezegenlerin kütleleri, çekim kuvvetleri ve hızlarıdır. Ancak elektronlar söz konusu olduğunda, onların farklı yörüngelerde olmalarına neden olacak söz konusu faktörleri yoktur. Elektronların büyüklükleri, kütleleri ve hızları aynıdır. Onların farklı yörüngelerde yer alıp, birbirleriyle hiçbir şekilde çarpışmamaları, Allah’ın büyük bir nimeti, muhteşem bir sanatıdır. Bunun hikmeti; molekülleri, yani bizler de dahil olmak üzere var olan her şeyi meydana getirmeleridir. Bunun yanında elektronlar, farklı enerji seviyelerine sahip olmaları nedeniyle, renkleri de meydana getirirler. Çünkü renkler, farklı yörüngelerdeki elektronların birbirlerinin yörüngelerine atlamaları sonucu oluşur.
Gözle görülmeyen atomun içinde, sadece küçük bir bulut kümesi şeklinde hareket eden elektronların sahip oldukları özellikler ve bu olağanüstü mikro alemin canlı ve cansız varlıkların tümünün temelini oluşturması, oldukça önemli bir konudur. Bu kusursuz ve üstün sanatın sahibi ise yüce Allah’tır. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Atomlar en dış yörüngelerinde bulunan elektron sayısını daima 8 yapma eğilimindedirler. Bir atom, dış yörüngesinde sahip olduğu elektronları 8’e tamamlayabilmek için diğer atomlarla bir birliktelik kurar. Böylelikle iki atom birbirine yaklaşır ve birleşir, yeniden düzenlenir ve kararlı bir yapıya ulaşırlar. “Kararlı yapı”dan kastedilen, bu atomların proton ve nötronlarının birbirlerine uyum sağlamaları, kendi özelliklerini bırakarak yeni bir özelliğe sahip olmaları, yepyeni bir madde oluşturmalarıdır. İşte moleküller bu şekilde oluşurlar. Örneğin, bir araya gelmiş olan iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomu yepyeni bir ürün ortaya çıkarabilmek için tümüyle değişmişlerdir. Aralarındaki elektron alış verişi sonucunda ortaya çıkardıkları yeni yapı ise “su” molekülüdür.www.sumucizesi.com
Basitçe anlattığımız bu olağanüstü işlem sonrasında meydana gelen şey; dağları, denizleri, gezegenleri, yeryüzündeki tüm canlıları, bitkileri, kelebekleri, kısacası insan da dahil olmak üzere var olan her şeyin sebebini oluşturur. Bir pencere camının bir çiçekten, elerimizin evimizdeki mobilyalardan farklı olmasının tek sebebi, doğada var olan 109 atomun farklı miktarlarda ve farklı şekillerde bir araya gelmeleridir. Bu da, elektronların atomlar arasında yaptıkları hareketlerin sonucudur.
Allah’ın gözle görülmeyen bu küçük parçacığı, dışarıda gördüğümüz görkemli çeşitlilikteki evren için sebep kılması, üstün sanatının bir tecellisidir. Kuşkusuz Allah, her varlığı yoktan yaratmaya, “Ol” emri ile dilediği an var etmeye kadirdir. Bütün bunların ortaya çıkış sebeplerinin olması ve bu sebeplerin insanın tahayyülünün ötesinde detaylara sahip olması, insanın dünyadaki imtihanının bir gereğidir. İnsanları sınamak, kendilerine gösterilen iman delillerini düşünerek Allah’a yönelip yönelmeyeceklerini denemek için var edilmişlerdir. Ancak düşünüp akledebilen insanlar bu delilleri görüp Allah’ı gereği gibi takdir edebilirler. Bunlar, iman edenler ve Allah’a karşı büyüklenmeyenlerdir.

UZAYDAKİ OLAĞANÜSTÜ DETAYLAR

UZAYDAKİ OLAĞANÜSTÜ DETAYLAR


Evrende bir yıldız ne kadar büyükse o kadar hızla yanar. Bizi ısıtan ve bize besin ve yaşam sağlayan Güneş, eğer şu an olduğundan on kat daha büyük olsaydı, oluşumundan on milyar yıl sonra değil, on milyon yıl sonra sönecekti ve bizler şu anda burada olamayacaktık. Eğer Güneş’e çok yakın bir yörüngede bulunsaydık, Yerküre üzerindeki her şey buharlaşıp yok olurdu. Çok daha uzak bir yörüngede olsaydık, bu durumda da her yeri buzlar kaplayacaktı. Güneş, Dünya’ya yaşam sağlayabilmek için en uygun büyüklükte ve Dünya’ya en uygun uzaklıktadır.
Dünya eğer Güneş’ten yalnızca %1 oranında uzak ya da ona %5 oranında yakın olsaydı, üzerinde yaşanılamaz bir gezegen olurdu. Söz konusu yüzdeler, evrendeki büyük sayılar dikkate alındığında aslında oldukça küçük mesafe birimleridir. Bunu anlayabilmek için Venüs’ü örnek verebiliriz. Dünya’dan hemen önceki gezegen olan Venüs’e Güneş’in sıcaklığı bizden sadece iki dakika önce ulaşır. Büyüklük ve yapı açısından Venüs Dünya’ya oldukça benzerdir, fakat yörüngesel mesafedeki küçük bir fark, bu iki gezegen arasındaki “yaşam” farkının oluşmasının sebebidir. Bu iki dakikalık farkın sonucunda Venüs’ün yüzey sıcaklığı 4700C’ye ulaşır. Bu sıcaklık, kurşunu bile eritebilecek kadar yüksektir. Yüzeyindeki atmosferik basınç ise Dünya’dakinin 90 katıdır. Böyle bir basınç altında, insan yaşamı mümkün değildir. Elbette ki Allah, uzayda var olan tüm gezegenler üzerinde yaşam yaratabilirdi. Ancak Allah, yaşamı yalnızca Dünya üzerinde var etmiştir. Bunun için sayısız faktörü hassas dengelere bağımlı kılmıştır. Bunlardan sadece birinin dengesinin bozulması, Dünya üzerindeki yaşamı sona erdirmeye yeterlidir. Dünya üzerindeki yaşam, onun sahip olduğu kusursuz denge ve bunların bağımlı olduğu sebepler, tüm bunları yaratan Allah’ın kontrolü altındadır. Yaratılan her şey gibi üzerinde yaşadığımız Dünya da, Yüce Allah’ın kusursuz sanatına sahiptir.  
KISACA YÖRÜNGELER:
  • Evrendeki büyük dengenin en önemli nedenlerinden biri, kuşkusuz gök cisimlerinin belirli yörüngeler izliyor olmasıdır.
  • Yörünge, bir gökcisminin, bir diğerinin çekim etkisi altında izlediği yoldur.
  • Yörüngelerin matematiksel özelliklerini Johannes Kepler incelemiş, Isaac Newton da fiziksel olarak açıklamıştır.
  • Bu yörünge elips, çember ya da parabol şeklinde olabilir.
  • Merkür, Güneş etrafında elips şeklindeki en dar yörüngeyi izler ve Güneş’e diğer tüm gezegenlerden daha fazla yaklaşır.
  • Mars da Merkür gibi elips şeklinde bir yörünge izler.
  • Yörüngesi çembere en çok benzeyen gezegenler ise Venüs ve Neptün’dür.
  • Dünya, Güneş etrafındaki yörüngesini 365,25 günde dolaşır.
  • Onu bu yörüngede tutan ise Güneş’e olan uzaklığının tam kararında olmasıdır.
  • Bu iki uzay cismi arasındaki ortalama uzaklık 149,6 milyon km’dir.
  • Dünya’nın yörüngesinde dönerken ekseninde 23,5 derecelik bir açı yapması, mevsimlerin oluşmasını sağlar.
  • Gök cisimlerinin yörüngelerinden en ufak bir sapmanın bile sistemi altüst edecek kadar önemli sonuçlar doğurabileceği hesaplanmıştır.
  • Evrendeki yörüngeler sadece bazı gök cisimlerine ait değildir.
  • Güneş Sistemimiz hatta diğer galaksiler, başka merkezler etrafında büyük bir hareketlilik gösterirler.
  • Dünya ve onunla birlikte Güneş Sistemi de her yıl, bir önceki yerinden 500 milyon kilometre uzakta bulunur.
  • Evrenin görebildiğimiz kısmında 100 milyardan fazla galaksi mevcuttur ve küçük galaksilerde yaklaşık bir milyar, büyük galaksilerde ise bir trilyondan fazla yıldız bulunur.
“O, sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), Güneş ve Ay’ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen Allah’ın takdiridir. “ (Enam Suresi, 96)